Ural dağlarından Altay dağlarına bir beşik gibi uzanan ve aslan yeleli atların demir toynaklarıyla sürekli dövdükleri bu sonu gelmez otlaklar kuşağı, tayga ormanlarıyla süslenip durgun akan nehirlerle bölünerek, uçsuz bucaksızlığın tam ortasında, insanın bitmek bilmeyen kanlı macerasına şahitlik yapıyordu.
Nadir Doğan kimdir...
1967 yılında Ankara’da doğdu. 1989 yılında Uludağ Üniversitesi İ.İ.B.F. Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. 1993 yılında Kameraman olarak girdiği TRT’de uzun yıllar televizyon programlarında ve “Son Göç”, “Düş Sarayları”, “Tarihin Işığında Türk Sineması”, “Kolleksiyonlar” gibi önemli yapımlarda Kameraman ve Görüntü Yönetmeni olarak çalıştı. Meslekteki son 10 yılını Haber Dairesinde kameraman olarak geçirdikten sonra 2015 yılında yazdığı film senaryosuyla Kültür Bakanlığı Senaryo Yazım Desteği kazandı. TRT’de İç Yapımlar Koordinatörlüğü’nde Yapımcı-Kameraman olarak meslek hayatını sürdüren ve bunun yanı sıra film senaryoları, romanlar yazmaya, belgesel projeleri hazırlamaya devam eden Nadir Doğan, TRT'deki görevinden 16 Ağustos 2018 tarihinde emekliye ayrılmıştır. Yazarımız evli ve 'Kuzey' isimli bir erkek çocuk sahibidir.
Yunus Emre Enstitüsü Kitap Sunumu
Film Lezzetinde Kitap
Görüntü Yönetmeninden İlk Roman : Kuzey'e Yolculuk
Kamera Vizöründen Yazarlığa
YORUMLAR / Prof. Osman Karatay
3000 yıllık bir kültür tarihi tek bir kitaba nasıl sığdırılır. Bunun örneği. Daha önce hiçbir kitap yok. Akademik olsun, edebi olsun, nerdeyse eksik kalmadan, bir kitaba bir romana sığdırılması olağanüstü olmuş gerçekten.
YORUMLAR / Prof.Dr. Semih Güneri
'Kuzey'e Yolculuk': Türkiye'de yazılmış 'tarihi-edebi' yazılar içinde okuduğum neredeyse en güzel anlatım. Ustaca. Etkileyici. Akıcı. Kurgu güzel. Bunları bir araya getirebilmek öyle çok kolay bir iş değil. Nadir Doğan'ı önemsiyorum. Candan kutluyorum. İkinciyi okumak için fırsat kolluyorum.
YORUMLAR / Murat Akkoç
Türk Yazın hayatına Kuzey Üçlemesi adlı eserleri ile muhteşem bir giriş yapan TRT’den dönem arkadaşım, kıymetli dost Nadir Doğan ‘ın kitaplarının tamamı elime ulaştı.Büyük bir heyecanla soluğu hemen Yunus Emre Bakü Müdürümüz Doç.Dr.Cihan Özdemir ‘in yanında aldım.Azerbaycan Türkleri’nin bu kadim topraklardaki yolculuğu beni çok meraklandırıyor.Kitapları kendisine Telman Nusretoğlu hocamla birlikte teslim edip,eşsiz birikimi ile değerlendirmesini rica ettim.Amacım askerlik yıllarından beri tanıdığım 30 yıllık birikimini bu eserlere yansıtmış Nadir beyi, Azerbaycanlı okuyucularla buluşturmak.Ve edebi bir lezzet,sinematografik bir görsellik içindeki bu eserleri tanıtmak.Kendisi belgesel ve kitap çalışmalarını sürdürüyor.İnşallah önümüzdeki günlerde Nadir Doğan’ın Bakü programını bu sayfadan tekrar duyuracağım.Tebrikler kardeşim.Sizin gibi böyle ısrarla kutsal ve kadim tarihimizi aydınlatmaya hayatını adamış yazarlarımıza selam olsun.
Yazarın Dilinden Eserleri:
“Kuzey Üçlemesi” olarak tasarlayıp kaleme aldığım senaryo ve roman toplamı, adlarından da anlaşılacağı üzere, Kuzey coğrafyasında yaşayan Türklerin 650 ile1000 yılları arasındaki, tarihlerini anlatıyor.
O dönem, çeşitli kavimlerin etnik kimlikleri üzerine dini kimlikleri ekledikleri devre denk geldiği için, yaşananlar özellikle bizim kendi tarihimiz açısından çok önemli.
Başta Hazar, Bulgar toprakları olmak üzere İskitler çağından beri kadim Türk yurdu olan Derbent, Erdebil, Azerbaycan, Horasan ve Maveraünnehir bölgeleri, bugünkü etnik ve dini şekillenmeyi o tarihlerde büyük bedeller ödeyerek yaşadılar. Özellikle Hazar’ın Yıkılışı, Oğuz, Peçenek, Macar ve Rus etnogenezlerinin oluşumlarını hızlandırırken, bölgedeki dinsel dağılımı da pekiştirdi.
Ve İsrafil Sura üfledi.
Asırlardır korkuyla beklenen günün şafağı çoktan sökmüş ve Zülkarneyn Seddi’nin yıkılmaz denilen güçlü gövdesi, şiddetli sarsıntıya dayanamayarak büyük bir gürültüyle yıkılmaya başlamıştı… Sarsıntı o kadar güçlüydü ki Ye’cüc-Me’cüc tayfasının uzaktan ürküten bir hayal gibi görünüp kaybolan garabet suratları, seddin gövdesinde açılan çatlaklar sayesinde gittikçe daha belirgin bir hâlde seçilir olmuşlardı.
Rüyalar hep kâbus nev’indendi. Kafdağı’nın ötesinde olup bitenler Halife’den daha fazla, Bağdat’ta oturan bütün dünyadaki Yahudilerin en kıdemli reisini, Natronay’ı düşündürüyordu. Sahi kimdi Sarkel’e saldıran o eciş bücüş insanlar? Gog ve Magog’un, Ye’cüc ve Me’cüc’ün habercileri mi, yoksa bizzat kendileri miydi?
İslam mülkünün koruyucusu olan Dicle boylarındaki Türkler belki daha rahattı; kendi aralarında gülerek “Şu bizim it baraklar, köpek kafalılar olsa gerek.” diyorlardı belki de ama Türk’ün rahatlığı Arap ve Yahudileri teskine yetmiyordu.
Halife ile Yahudi danışmanı Natronay’ın endişeleri birleşti ve karar verildi; Zülkarneyn Seddi’nin durumu bir elçilik vasıtasıyla tetkik edilecek.
Halife el-Vasık’ın Sellam Tercüman başkanlığında yola çıkan elli kişilik kervanı, şevval ayının ikinci gününde, cuma namazı kılındıktan ve hayır duaları alındıktan hemen sonra Samarra’dan hareket etmişti. Halife el-Vasık’ı temsilen ünlü bilgin Musa el-Harezmî heyete dâhil edildi.
Kervanı korumaları göreviyle, kuzeydeki topraklardan Samarra’ya gelmiş olan gulam askerlerinin içinden. Tuğrul Böke komutasında, 24 Türk boyunun seçme 24 askeri verildi.
Kuzey’e yolculuk başlıyordu.
Zaman ağır ağır ve belli etmeden, sessiz bir değirmen ustalığı ile çalışıyor, önüne çıkan taşı, toprağı ve bütün mahlukatı öğüterek, ejderha gibi kıvrılıp akan, kızıl kan renginde bir nehre dönüşüyordu. Gök Tengri’nin zorlu topraklara, “Kürs”ünü koyduğu Kuzey Yıldızı’nın tam altına yerleştirdiği Togarma’nın çocukları, bu ezelden ebede doğru akan, zaman isimli kan nehrinde yunmayı, şenlikli bir oyuna çevirmişleridi.
Kim önce ölür, kim sonraya kalır, kim esen yellere, kim savrulan tozlara karışır orası bilinmez; Togarma’nın ele avuca sığmayan korkusuz çocukları, Gök Tengri’nin huzurunda barışı kurmak istiyorlarsa yine savaşmak, yine ölmek ve öldürmek zorundaydılar.
Onlar için göklerde, Levh-i Mahfuz’da yazılı olan kader, yalnızca buydu…
“Atasagun’un ölüm haberini aldıkları 955 yılının kış aylarında, Agarta’dan
Atil’e beklenmedik bir misafir gelmişti. 12 Mag’dan birisi olan Bay İtalgu,
gizli geçitleri kullanarak Hazar ülkesine ulaşmayı başarmış ve Asena Yusuf
Kağan’a Mag’ların selam ve taziyelerini ilettikten hemen sonra sükunetle
konuşarak, asıl geliş amacını beyan etmişti:
-Bilge kağanım, korkarım acı gerçeklerle yüzleşmenin zamanı geldi.
Asırlar boyunca kurduğunuz hakimiyet, çevrenizde hazırlanan kumpasların zoruyla, neredeyse yıkılmak üzere. Maalesef, Kuzey topraklarında
hüküm süren kudretli Hazarların devri, artık sona eriyor…”
* Hazar Kağanı Asena Yusuf ile Bet-Şeba’nın büyük aşkı,
* Yeraltı kenti Agarta’da yaşayan Mag’lar,
* Hz. Muhammed’in (sav) kendi nübüvveti ve Türklerle ilgili gördüğü rüya,
* Ünlü alim El-Mesudi ve Bizans Kralı VII. Konstantinos Porphyrogenitus,
* Fustat şehri, Ben Ezra Sinagogu ve Geniza mektubu,
* Selçuk Bey’in Oğuz Yabgu Devletinden ayrılışı ve Börü Kam’ın kurtları.
* Küre Han ve bataklıklardan çıkan korkunç ejderha Svyatoslav,
* Hazar Kağanı’nın, Don Nehri kıyısında Rus Kağanı’yla yaptığı savaş,
* Hasday ben Şaprut’a gönderilen Hazar mektubu,
* Toledo’ya yapılan son yolculuk ve altın kaplı kafatası…
Bunların hepsi, edebi bir lezzet ve sinematografik bir görsellik içinde Altın
Bozkırlar’da bir araya gelerek, meraklı okurlarıyla buluşmayı bekliyor.
Gerçek bilgiyle tanışmaya ve keyifli bir okuma şölenine katılmaya, hazır
mısınız?